Otel
“Planda bu yoktu ama, sen de yoktun.”
“Bunu yapmak zorunda değilsin!” Gülümsedi, kanlı olan bıçağı suratıma doğrulttu. “Buraya gelmenin bir sebebi vardı.” Alnımdan akan soğuk terleri elimin tersiyle sildim. Bu sırada bana yaklaşıyordu.
Esnerken, ne kadar yorucu bir gün olduğunu yeni fark ediyordum. Saate baktım. ‘21.32’... Çok geç olmamasına rağmen çok yorgun hissediyordum. Okuma gözlüklerimi düzelterek, diğer sayfaya geçtim. Gazete kağıdının elimde bıraktığı kuru ve sevimsiz boyayı görmezden geldim. Okumaya devam ederken, buraya çok da uzak olmayan bir yerde bulunan bir cesedin haberini gördüm. İster istemez gelen ürpertiyi geçiştirdim. Bu sırada karşı duvardan gelen gürültülü, tok sesle beraber aceleyle oraya döndüm.
Kapıya doğru giderken adımlarım temkinliydi. Kapı deliğinden baktığım sırada oradan geçmekte olan görevli kadını fark ettim. Girdiğim paranoyaya gülerek karşılık verdim ve yatağa geri döndüm.
Gelen başka bir gürültüyle hızla yataktan kalktım. Hızlıca etrafa göz attım, ardından açık olan lambaya... Ne kadar zamandır uyuyordum? Saate baktım, ‘1.30’.
Aynı sesi birkaç kere daha duyduktan sonra koşarak kapıya gittim. Neler oluyordu? Kalbimin boğazımda attığını hissedebiliyordum. Kapı deliğinden baktım, görevli kadını ve garsonu gördüm. Bir şeyler konuşuyorlardı. Aynı zamanda da temizlik arabasına bir şeyler taşıyorlardı.
“Bu yıl üçüncü... Tanrı’nın bize olan sevgisi her geçen gün artıyor.”
“Ona daha yakın hissetmeye başlıyorum…” Dedi garson minnettar bir şekilde gülümserken. “Sence de öyle değil mi?”
İçten bir şekilde güldüler, geri gitmeden önce ne taşıdıklarını görme fırsatım oldu. Gördüğüm manzarayla geriye doğru bir adım attım. Bedenimden geçen ürpertiyi durduramıyordum.
Düşünmeye çalıştım, fakat aklıma gelen tek şey kanlı deri parçalarıydı.
Yavaş adımlarla tekrar kapıya doğru gittim, belki de yanlış görmüştüm… Temizlik arabasıyla uzaklaşıyorlardı, aşağı sarkan havluların ucundan kan damlıyordu.
Hemen telefonumu yatağın üstünden aldım ve tekrar kapı deliğinden ne yaptıklarını izledim. Köşeyi dönmüş olduklarını fark ettiğimde vakit kaybetmeden odadan çıktım. Sağ taraftan gideceğim sırada yan odadaki kapının açık olduğunu fark ettim. O kadar kötü bir koku vardı ki kendimi odaya girerken buldum.
Gördüğüm manzara beni olduğum yere çiviledi. Hayatımda bu kadar kanı bir arada görmemiştim. Gördüklerimin bir rüya olmasını her şeyden çok istiyordum ama değildi. Dışarı fırlamak için zaman kollayan kalbim bunu her saniye hatırlatıyordu bana.
Yanı başımda bir cinayet işlenmişti ve bu katliamın sadece bir adam için olması altında yatan anlamı daha da acımasız yapıyordu. Üstelik bunu yapan kişilerin bu durumu gülerek anlatmaları, kanımı dondurmuştu. Yan odamda bir cinayet işlenmişti… Buradan çıkmam gerekiyordu. Odadan çıktım ve koşmaya başladım. Köşeyi döndüğümdeyse bir başkasıyla karşılaştım. Yüzündeki gülümsemeyle ne kadar korkutucu göründüğünden haberi var mıydı acaba? Titrek bir nefes verdim.
Elinde kanlı bir bıçak tutuyordu. Kafasını yana yatırdı, davranışlarımı taklit ediyor beni anlamaya çalışıyor gibiydi. Gözlerindeki bakış o kadar yabancıydı ki bana sanki karşımda bir canavar vardı sanki. Yüzündeki gülümseme, annesine götüreceği bir çiçek daha bulmuş bir çocuğunkini andırıyordu. Heyecanlı ve sabırsızdı...
Yavaşça yukarıyı gösterdi. “Seni buraya getiren oydu. Neden getirdiği gibi geri almasın?”
“Ne?” Anlayamıyordum, bu bir inanışın vücut bulmuş hali miydi? Yoksa öfkenin getirdiği bir dürtü mü?
“Buraya getirilen herkesi ona teslim etmemizin bir nedeni var.” Ellerini iki yana açtı. “Seni de buraya en az onlar kadar kötü olduğun için getirdi…” Söyledikleri çok saçmaydı. Kafamı iki yana salladım.
“Ben kötü biri değilim.” Dedim sesim titrerken, kim böyle bir şey söyleyebilirdi ki? Kötü veya iyi olup olmadığımı kim söyleyebilirdi? Ben mi, bu adam mı, yukarıdaki mi? “Kimseye zarar vermedim.” Dedim sert bir sesle.
“Seni yargılayan kişi ben değilim zaten... Ben sadece bir elçiyim.”
Bana doğru bir adım attı, geriledim.
“Beni buraya o getirmedi.” Ellerimi ‘yaklaşma’ der gibi havaya kaldırdım. Güldü ve konuşmaya devam etti.
“Nereden biliyorsun?” Buna bir cevap ararken sabırsız bir şekilde bağırdı.
“Söyle nereden biliyorsun!” Nefesimi tuttum. Tereddütle ağzımı açtım, kelimeler kendimden eminmiş gibi çıkıyordu.
“Sen nereden biliyorsun?” Gülümsemesi yavaş yavaş yok oldu, bana doğru bir adım daha attı. Buna karşılık geriledim. Afallamış bakışları beni daha da ürkütürken kalbimi, bütün bedenimde hissediyordum artık. Tedirgin bir şekilde güldüm.
“Bilmiyorsun...”
Kafasını iki yana salladı. “Ben tanrı adamıyım. Kafamın içindeki sesler kimin zannediyorsun.” Ne söyleyeceğimi bilemedim, bana yaklaşmaya devam ediyordu.
“Sen de en az onlar kadar kötüsün ve içten içe bunun doğru olduğunu biliyorsun!” Titrek bir nefes aldım etrafıma bakarken. Bu hasta adama göre ölmeyi en az herkes kadar hak ediyordum.
“Sen hastasın…” Diyebildim sadece, bu birkaç dakikalık sürede ne kadar saçma düşündüğünü anlamasını beklemek saçmaydı fakat denemekten zarar gelmezdi.
“Ben de eskiden senin gibiydim…” dedi adam, gözlerinde bir anlığına da olsa aklı başında bir adamın ruhunu gördüm.
“Fakat, sonra insanların ne kadar kötü yaratıklar olabildiklerini gördüm.” Dedi. Yavaş yavaş adamın ruhunun solduğunu gördü. Savaştan dönen bir insanın yüzündeki değişim gibiydi gördüklerim. Bir insanın ruhunun yok oluşuydu sanki.
“Biz…” dedi derin bir nefes alarak. “Kurtulmayı hak etmiyoruz.”
Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Bir kurtuluş, kaçış yolu arayamıyordum. Ölmeyi hak edecek kadar kötü müydüm ben de? Karşılaştığı şeyler, gördüğü olaylar beni de kurtulmayı hak etmeyen bir yaratık mı yapıyordu? Bu hasta adama neden inanıyordum ki, belki de ölüm korkusu insanın kafasını karıştıracak kadar bilinçsizleştiriyordu…
Belki de bunun cevabı, şu an karşımda duran canavarın ruhunda, gözlerinde gizliydi. Cevabı gözlerinde aradığım sırada karnımda hissettiğim keskin acıyla canavara tutundum. Bu sırada yavaşça kulağıma doğru eğildi.
“Cevabı bulabildin mi?”
Comments